12 Ocak 2016 Salı

KARADENİZ KARARMASIN


Kaymakamlık önü, Pazar/RİZE
EYLÜL 1994



Bu oyunumuz 1994 Eylülünde düzenlenen Rize Pazar şenliklerine hazırlanmıştır. O bölgenin kendine has özelliklerin irdeleyen ve bu sorunların genel olarak yaşadığımız prob­lemlerden çok da uzak olmadığı üzerine kurulu bir seyirlik oyun oldu.

Biliyorsunuz "o bölge" deyince hemen aklımıza çay geliyor. Çay Doğu Karadeniz halkının can damarı, aynı zamanda da baş belası! Biz de bu beladan başladık ve" başımıza kim musallat etti ve nasıl etti" gibi sorulan cevaplandırmaya çalıştık. Bunun için, kitaplar karıştırdık, bilgileri öyküleri dinledik, üstüne de biz ekledik ve çay denen "TATLI BELA"nın oyununu çıkardık ortaya.

Çayın oyunu çıktı ama sonrasının daha karışık olduğunu gördük. Çay Sarp kapısının açılışıyla açığa çıkan (belki de göz önünde olmaya başlayan) fuhuş sektörünü besleyen bir damar oldu. Sonra "Özal'ın Çocukları" olan "Kredi Vurguncuları"nı besler odu. (Akfa, Karçay gibi).

Bunları besleyen artı değeri, ortaya çıkaran Karadeniz'in emekçisi kadınlar, düşman olarak "nataşa"ları görüyordu. Biz­ler asıl düşmanın sistemin kendisi olduğunu söylemeye çalıştık. Çünkü bütün kadınları "Fuhuş Emekçisi" haline bu sistem getirmektedir.
Oyunda Karadeniz'in kurtuluş hikayelerini de göreceksiniz. Ve bu kurtuluş hikayelerinin Karadeniz'i nasıl kararttığını gö­receksiniz. Bu karanlıktan çıkmak için büyük ateşlere, ışığa ih­tiyacım olduğunu söylüyoruz.

Çay emekçisinin sorunu, fındık, tütün emekçisinden, ma­denlerdeki, fabrikalardaki işçilerin sorunlarından farklı değildir. Çünkü "cefayı" çeken biz emekçiler, işçiler ve "sefayı" sürenler ise başkaları. Yani bütün emek cephesinin sorunu ortak ve oyunumuzda bu ortaklığın altı çizilirdi.

Seyirlik bir oyun olarak hazırladığımız Karadeniz Ka­rarmasın; hicviyle yergisiyle, coşkusuyla ve temposuyla tam Karadeniz insanına yakışan bir oyun oldu.

Taraf olduğumuzu hiç saklamadık bu oyunda da, Karadeniz Emekçisi Proleteri olan "kadının" yanında olduğumuzu ve oyunumuzu "Karadeniz Kadınlarına" adadığımızı söyledik.


7 Ocak 2016 Perşembe

HER ŞEYE RAĞMEN...

14 EYLÜL 2001

CANŞENLİĞİ OYUNCULARI YAZ DÖNEMİ ATÖLYE ÇALIŞMASI ETKİNLİĞİ

"HER ŞEYE RAĞMEN..."

Nisan ayında açtığımız atölyemizde çeşitli kurslar düzenlemiştik ancak sadece tiyatro kursuna katılım sağlanabildi. Temmuz-Ağustos aylarında haftada iki gün ve toplam otuz iki saat süren kursumuzda tiyatroya bir giriş ve hatta bir adım atıldığını düşünüyoruz.


İnsanlığın körleştiği bu dönemde; gören, duyan ve söyleyen insanlar olma yolunda bir adım attıklarını düşünüyoruz. İki ayı aşkın süren bu çalışmamızı mini bir gösterimle sonuçlandırmak istedik. İzleyeceğiniz oyun on günlük bir çalışmanın ürünü olup günümüz Türkiye'sinde yaşadıklarımıza bir pencere olabilir mi diye düşündük.


Kursumuzun "temadan oyuna' adlı bölümünde çıkardığımız oyun, yaz sıcağında herkes kumsalda ya da evinde yatarken biz inatla tiyatro yaptığımız için temamız "tutku" oldu. Sonra bu temayı besleyecek önermeler ve yan temalar bulduk. Onları da şöyle belirledik:


"İnsanlar tutkuları uğruna sevdiklerine

zarar verir, onları yitirirler."




  


"İnsanlar tutkuları için yaşayıp,

savaşırlar.'


"Tutku insanı sınırlayıp, özgürlüğünü

kısıtlar."

Bu önermeleri belirledikten sonra birazdan izleyeceğiniz oyunu hazırladık. Her şeye rağmen tutkusuz kalmayın ama bu tutku insanı ve özgürlüğü barındırsın...


Çalışmada Bulunan ve Katkısı Geçenler:

Oynayanlar:

SELDA SALİHOĞLU

 ŞEHNAZ AYGÜN

DEMET KIZILAY 

 İSMAİL SİVASLI

KÖKSAL ÜNAL

CAVİT GÜNGÖR

ÖMER ULAŞ

NERMİN YILMAZ

 SEBLA HARNUBOĞLU


VEDAT KURTULUŞ TEPE

(ışık)

 FERHAT GÜNDÜZ 

(dekor) 

ALİ TEKİN

(müzik)

 HALDUN AÇIKSÖZLÜ

(çalışmanın yöneticisi)

 

 

 

 

 

 


 

5 Ocak 2016 Salı

YÜZÜNÜ YİTİREN ŞEHİR



YÜZLERİMİZİ ARIYORUZ

Sabah kalktığınızda aynaya bakıp yüzünüzü bulabiliyor musunuz. Böyle bir ülkede, böyle bir dünyada yaşıyor olmaktan dolayı utanmıyor musunuz? Arsızca yüzünüze bakabiliyor musunuz? Gözümüzün önünde insanlar katlediliyor, köyler boşaltılıyor, yakılıyor, kan gözyaşına karışıyor ve insanları boğuyor, yüzsüzleştiriyor. Her şey ama her şey olağan hale geliyor. Şehirler yok ediliyor...

Kentler, köyler ve insanlar yakılıyor. Artık ortası yok, ya seyirciyiz bu vahşetin ortasında, sırasını bekleyenler olarak ya da öfkesini örgütleyip barbarlığın karşısında ezilenlerden yana saf tutup taraf olmaktayız. Ortası yok yaşamımızın ya barbarlık gelecek ya da...

Barbarların hüküm sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz ve insanların yüzünü yitirdiğini görüyoruz. Herkesin susup fotoların konuştuğu bir dönemi yaşıyoruz. Medyanın yargılayıp, burjuvazi (devlet) adına infaz ettiği günümüzde yüzlerimiz gittikçe kayboluyor ve yitiyor.

Yeni bir oyunla ölümlere ağıt yakıyoruz, yok olan kentlerin ardından şiirler yazıyoruz. 

Yüzünü Yitiren Şehir adlı oyunumuz, bütün dünyada yüzü kaybolmakta olan şehirlerdeki ölümlere bir ağıt yakıp, ölümü seçen ölümsüzlere saygıyla bitiyor.

Nazım Hikmet'in şiirlerinden yola çıkarak hazırladığımız bu oyun, oyunculuk performansı üzerine bir çalışmadır aynı zamanda. Uzumda yalnız kalanların hikayesi, yok olan kentlerin ortasında yüzleşen oyuncuyu ve seyirciyi betimlemektedir.

 

YÜZÜNÜ YİTİREN ŞEHİR


PROLOG: MERHAMET YOK MU?


Aç insanlar merhamet dilenirler. Sokaklarda onlarcasına tanık olduğumuz, dönüp bakmadığımız insanlardan iki açla sahnede yüzleştigimiz de ve yok olan insanca duyguların, değerlerin bütün çıplaklığıyla karşımızda somutlandığında tavrımız ne olur?
İki aç adam, kuru ekmek, parlak-kırmızı kuşak

I. EPİSOD: ZENCİ ŞOFÖR

Pamuk tarlalarında çalışan işçilerin güneşten kavrulmuş bedenlerinden çıkan yanık ezgiler Missisippi'nin akar sularına karışır, binlerce pamuk işçisi, toprak sahipleri güzel malikanelerinde rahatça oturabilsinler, yakalarında beyaz mendillerle dolaşıp, ceplerinde sıcak, sarı altınlara sahip olabilsinler diye sabahtan akşama kadar güneş altında pamuk toplarlar. Şoför Lui'nin Klux Klan'lar tarafından katledilmesi ne ilk ne de son olacaktır. Irkçılık Missisippi'de insanların yaşama haklarını ellerinden alır. Geride sadece Şoför Lui'nin karısının attığı çığlık ve yakılan ağıtlar.
 

II. EPİSOD: HİROŞİMA 1945

 
Hiroşima "Değerli Kent" anlamına geliyor. Değerli kenti yerle bir ettiler. Hiroşima'da atom bombacının atıldığı gün doğum yapmıştır bir kadın, içinde ölüm taşır. Kızı yaşayacak ve barış dolu bir dünya içinde mutlu olacaktır Anne ve kızın küçük dünyalarında ölüm çoktan kapıda hazır beklemekledir.
 

III. EPİSOD: KALKUTA'DA BİR POLİS KARAKOLUNUN YÜKSEK DUVAR DİBİ..

İnsan öldürmek bir sanattır işkence aletlerinin yoksa kemikten mi paslandığını iyi bilmek gerekir. Yaşlı bir kadının kucağında ağlayan minik yavruyu kaldırıp akan suyun içine fırlatacak kadar cani olmak gerekir, işkencenin her türlüsü bir zevktir işkenceciler için. Ve onlar için insan öldürmek bir sanattır...
 








IV.EPİSOD:

SİVAS 1993

(ATEŞ VE KARANLIK)

 
Sivas'ta yakılan 35 güzel insana adanmıştır ateş ve karanlık. "Ne mutlu bize ki insan olmuşuz, insan sevgisini gerçek bilmişiz, insanın dalında açıp gülmüşüz."
 

V. EPİSOD: ŞEHİR

Savaştan dönen bir askerin bunalımı ve halüsinasyonları, kendi şehrinde sevdiklerinin ve değerlerinin yokoluşu anlatılmaktadır. Gerçek ile kabusun arasında bir 3. cadde aramaktadır asker Savaşta km döken eziyet eden bir kahramandır, döndüğünde şehrinde delilerden başka kimseyi bulamaz. Karısı ve kızı yoktur ortada, evi yıkılmış tanıdığı sokaklar değişmiş, binalar yerle bir olmuştur. "Savaşın buralara kadar gelebileceğini hiç düşünmemiştik"

 

EPİLOG: AYDIN ÖLDÜRMESİ 

(BİR YARGISIZ İNFAZ VE DUYUYORUM NAL SESLERİNİ GELİYOR BİZİMKİLER)

 

Kitabı basıma hazırlanmış bir aydının bilerek ve isteyerek kendi katiline, ölümüne yürümesi. 
Sonra ateşin varlığı. 
Sonra ölüp ölümsüzleşme ölüp ölümsüzleşme

 

DUYUYORUM NAL SESLERİNİ

GELİYOR BİZİMKİLER!

 

CANŞENLİĞİ OYUNCULARI

 

Tülay Yongacı

Aynur Gülmez

Nevzat Süs

Müjdat Albak

Cüneyt Sezer

Serdar Erkılıç

Server Güner

Haldun Açıksözlü